pdf kitap indir



Ben hakkında bir hayli malûmat topladım, dedi. İsmi Bilâl'miş. Kimya
Fakültesine devam ediyormuş. Babası 4 sene evvel ölmüş. Şimdi annesiyle
yalnız oturuyormuş.
Serpil'in ablası Süha da lâfa karıştı:
- Senin bilmediğin hususları da ben tamamlayayım bari Nesrinciğim:
Efendim, cici beyimizin pek güzel de bir sesi varmış. Ama bu güzelim sesini
romantik aşk şarkılarıyla değerlendireceğine ne yapıyormuş biliyor musunuz?
Bazı ikindi vakitlerinde, yatsı vakitlerinde filân minareye çıkıp, ezan
okuyormuş!...
Bu söze Feyzâ, bütün kızlar kahkahalarla gülüştüler. Süha gülerek devam
etti:
- Beyimiz üstelik beş vakit namaz da kılıyormuş... Anlayacağınız pek
sofu bir şey...
Ülker, elindeki iskambil kâğıtlarını hırsla masaya vurarak:
- Ayol fakülteye giden kültürlü bir insan nasıl namaz kılar, aklım
almıyor bir türlü. Üstelik böylesine genç ve yakışıklı...
Kızıl renkli saçlarıyla arkadaşları arasında Alev Leylâ diye anılan bir
genç kız, hepsine hitaben:
- Çekiştirmeyi bırakın kızlar. Açık olalım. Bütün tenkitlerinize rağmen
aslında hepinizin kalbi onun için çarpıyor mu, çarpmıyor mu?...
Bu söze hiç kimse bir cevap veremedi. Bir müddet salona derin bir
sessizlik çöktü. Bu halleriyle bütün kızlar, Bilâl için duydukları hisleri
açıkça dile getirmişlerdi. Nitekim bir müddet sonra konuşan Süha, hepsi
hesabına açık bir itirafta bulunuyordu:
- Birbirimizden saklamaya ne hacet? dedi. Böyle güzel, yakışıklı,
üstelik de kültürlü bir genç için kalbi çarpmayacak bir genç kız elbette
tasavvur edilemez. Ama bizim bu duygularımızın ne önemi var ki? Görmüyor
musunuz, bellerimize kadar pencerelerden sarktığımız halde, evine girmek için
önümüzden geçerken başını çevirip de hiç birimize bakmıyor...
Alev Leylâ, bu itiraf üzerine:
- Peki, dedi. Farz edelim ki baktı. Ve içinizden birine evlenme
teklifinde bulundu. Kabul eder misiniz?
Ülker:
- Namazı mamazı olmasa can atarım, dedi. Süha ise:
- Allah esirgesin, dedi. İstediği kadar yakışıklı ve kültürlü olsun.
Böyle bir kimseyle evlenip de bir manastır hayati yaşamak istemem...
Masa başında oturmuş kızların her biri buna benzer sözlerle, Bilâl'i
namazından dolayı alaya alıp gerici ve sofu olduğunu ileri sürerek böyle bir
izdivaç yapmayacaklarını söylemekteydiler. Hepsinin de istediği, arzu ettiği
hayat, lüks, modern ve eğlenceli bir hayattı... Gece kulüpleri, danslı
partiler, balolar, çaylar, plajlar v.s. Alev Leylâ da arkadaşları ile aynı
fikirdeydi.
Yalnız Feyzâ, oturduğu yerden konuşulanları sadece dinlemekte, hiç lâfa
karışmamaktaydı. Onun bu durumunu farkeden Alev Leylâ, bu defa Feyzâ'ya
döndü:
- Kuzum, sen niçin hiç fikrini söylemiyorsun Feyzâ!... Meselâ; Bilâl
seni isterse onunla evlenir misin?
Feyzâ'nın cevabı herkesi şaşırtacak mahiyetteydi:
- Elbette evlenirim... Yeter ki öyle bir talih kuşu başıma konsun!..
Kızlar hep bir ağızdan hayretle bağrıştılar:
- A.. aa.. a.. aa... Sen şaşırmışsın ayol! Öyle bir molla ile evlenip
daha genç yaşında ölmeden mezara mı girmek niyetin yoksa?
Feyzâ muzip muzip güldü:
- Yok canım, ne münasebet. Hiç birinizin aklı doğru dürüst çalışmıyor
vesselam. İş onu elde edinceye kadardır. O zamana kadar abdestinde namazında
tam onun istediği gibi dindar bir kız görünür, evlendikten sonra tam
manasıyla istediği gibi bir eş olacağımı va'dederim, olur biter. Evlendikten
sonra ise, artık keklik çantada sayılır. Unutmayın ki meşhur sözdür: "Kadının
fendi, erkeği yendi" derler. Kadın bir kere istemeye görsün. O beni yola
koyduğunu sanırken, kendisinin nasıl rotayı şaşırdığını anlamayacak bile...
Bir de çocuk oldu mu? Oh, artık garantide sayılırım. Onu yakın bir zaman
içinde kendime râm edip erkek arkadaşlarımın yanında sigaramı yakmak için
çakmağa davranan centilmen bir salon erkeği haline getirmezsem, bana da Feyza
demesinler.
Kızlar:
- Vallahi senden korkulur Feyzâ. Dehşet bir kızsın, diye gülüşmeye
başladılar.
Bu esnada Feyzâ'nın dadısı Ayşe hanım, masadaki çay bardaklarını
topluyordu. Konuşulanları yüzünde memnuniyetsiz bir ifade ile dinlemişti.
Nihayet beyaz örtülü başını üzüntüyle iki yana sallayarak hepsine birden
hitaben:
- Allah cümlenizi ıslah etsin, ne denir? Bizim zamanımızda kızlar
ağızlarına "koca" lâfını almaktan haya duyarlardı.
Dedi ve elindeki tepsiyle mutfağa doğru yürüdü.
Birkaç gün sonra...
Feyzâ, kendisine ait konforlu bir yatak odasında, sırtında bir saten
sabahlık karyolasına sırt üstü uzanmış, elleri başının altında kenetli,
gözleri tavana dikili vaziyette yatmaktaydı. Komodinin üzerindeki radyoda
hafif hafif bir dans müziği çalmaktaydı...
Genç kız, bir ara yavaş yavaş yerinden kalktı ve kimsenin bulunmadığı
salona geçti. Pencerenin ağır tül perdelerini aralayıp karşı eve, yani
Bilâl’in penceresine doğru baktı. Fakat Bilâl’in perdesi kapalıydı.
Feyzâ bir müddet öyle cam önünde durdu. Sonra mahzun bir şekilde tekrar
yatak odasına döndü. Ve aynı şekilde karyolasının üstüne sırt üstü uzandı.
Ne yapacağını bilemez bir halde, kararsız ve şaşkın, elindeki ipek
mendilin pdf i·ndir ucunu dişleriyle ısırmaya başladı. Sonra komodine doğru uzanıp
hırsla radyoyu kapattı, tekrar düşünmeye başladı.
Bir ara odanın kapısı açıldı ve içeriye Ayşe dadı girdi. Feyzâ hiç
oralı değildi. Başını çevirip bakmadı bile. Dadı yavaş yavaş karyolaya
yaklaştı, yatağa ilişti ve müşfik bir tavırla Feyzâ'nın saçlarını okşamaya
başladı. Sonra yavaş, fısıltı gibi bir sesle:
- Hani senin benden sakladığın hiç bir sırrın olmazdı, tatlı küçüğüm?
Söyle bana, karşıki o oğlanı düşünüyorsun değil mi?
- Nerden bildin dadı?
Dadı Feyzâ'nın küçük burnuna parmağıyla birkaç fiske vurarak konuştu:
- Gerçi küçücük yaşından beri elimde büyüttüğüm senin, Feyzâ'mın
kalbinin içini dahi bilen bir kadınım ben ama böyle olmasam bile dakika başı
salonun penceresine koşan ve dakikalarca karşıdaki pelit yapılı delikanlının
pencerelerini gözleyen bir kızın derdini ve sırrını anlamamaya imkân var mı?
- Ah, dadıcığım, ömürsün sen billahi! Demek işi gücü bırakıp benim
hareketlerimi gözlüyorsun?
Sonra birden damdan düşer gibi sordu:
- Dadı söyle. Allah aşkına benimle evlenir mi dersin?
- Öyle kendi kendine gelin güvey olma bakalım. Baksana çocuğun gözü
derslerinden başka bir şey görmüyormuş.
- Beni gördü ama!...
- Nasıl yani?
- Bayağı gördü işte... Ve sanki nutku tutulmuş gibi iki defa uzun uzun
baktı yüzüme. Halbuki bizim kızların söylediklerine bakılırsa hiç bir kıza
başını çevirip bakmazmış...
Ayşe dadı bir müddet Feyzâ'nın yüzünü seyretti... Sonra birden
soruverdi:
- Söyle bakalım, yoksa onu seviyor musun?

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *